
Muvazaalı işlemler, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan anlaşmalardır. Bu makalede, muvazaalı devrin iptali davaları, türleri, hukuki dayanakları ve Yargıtay kararları ışığında incelenecektir. Özellikle muris muvazaası, tasarrufun iptali davası ve muvazaa davası arasındaki farklar ele alınacaktır. Muvazaalı işlemlerde hangi durumlarda iptal davası açılabileceği, ispat yükü ve dava sonuçları konusunda önemli bilgiler sunulacaktır.
Muvazaa Kavramı ve Türleri
Muvazaa, Türk hukuk sisteminde sıkça karşılaşılan ve özellikle borçlar hukuku ile miras hukuku alanlarında önemli sonuçlar doğuran bir kavramdır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 19. maddesinde düzenlenen muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarını ifade eder.
TBK md. 19'a göre: "Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır. Borç altına giren kimsenin, iradesini sakatlayan sebeplere dayanarak sözleşmeyi geçersiz kılması, sözleşmenin kurulmasına yönelik irade açıklamasında esaslı yanılma hâllerini düzenleyen hükümlere tabidir."
Muvazaalı bir işlemin varlığından söz edebilmek için üç temel unsurun bir arada bulunması gerekir:
- İrade-beyan uygunsuzluğu: Tarafların dışa yansıttıkları beyanları ile gerçek iradeleri arasında kasıtlı bir uyumsuzluk bulunmalıdır.
- Üçüncü kişileri aldatma niyeti: Taraflar, bu uyumsuzluğu üçüncü kişileri aldatmak amacıyla yaratmış olmalıdır.
- Gizli muvazaa sözleşmesi: Taraflar arasında, görünürdeki işlemin gerçekte hüküm doğurmayacağına dair bir anlaşma bulunmalıdır.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nda (YİBK 05.02.1947 tarih, 1945/20 E., 1947/6 K.) belirtildiği üzere, muvazaalı işlemler hukuken geçersizdir ve bu geçersizlik herkes tarafından ileri sürülebilir. Muvazaa iddiası, hukuki işlemin tarafları arasında söz konusu olabileceği gibi, üçüncü kişiler tarafından da ileri sürülebilir.
Mutlak (Basit) Muvazaa
Mutlak muvazaa, tarafların gerçekte hiçbir hukuki işlem yapmak istemedikleri halde, üçüncü kişilere karşı bir işlem yapmış görünmek istedikleri durumlarda ortaya çıkar. Bu tür muvazaada, görünürdeki işlemin arkasında gizlenen başka bir işlem yoktur; taraflar sadece görünüşte bir işlem yapmaktadırlar.
Mutlak muvazaanın temel özellikleri şunlardır:
- Taraflar arasında gerçekte hiçbir hukuki işlem yapma iradesi bulunmaz.
- Görünürdeki işlem tamamen göstermelik olup, hukuki sonuç doğurması istenmez.
- Taraflar arasında, görünürdeki işlemin geçersiz olduğuna dair gizli bir anlaşma vardır.
Örneğin, bir kişinin alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla, malvarlığını bir yakınına satmış gibi göstermesi, ancak gerçekte hiçbir devir işlemi yapma niyetinin olmaması durumunda mutlak muvazaa söz konusudur. Burada taraflar arasında gerçek bir satış işlemi yapma iradesi bulunmamakta, sadece üçüncü kişilere karşı böyle bir görüntü yaratılmak istenmektedir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı (7.10.1953 tarih, 8/7 sayılı) uyarınca, mutlak muvazaa halinde yapılan işlem tamamen geçersizdir ve bu geçersizlik herkes tarafından ileri sürülebilir. Muvazaalı işlemin tarafları da dahil olmak üzere, bu işlemden zarar gören herkes muvazaa iddiasında bulunabilir.
Nispi (Mevsuf) Muvazaa
Nispi muvazaa, tarafların gerçekte yapmak istedikleri bir işlemi, başka bir işlem arkasına gizledikleri durumlarda ortaya çıkar. Bu tür muvazaada, görünürdeki işlem (zahiri işlem) ile gizli işlem (gerçek işlem) arasında bir farklılık bulunur.
Nispi muvazaanın temel özellikleri şunlardır:
- Taraflar arasında gerçekte yapılmak istenen bir işlem vardır (gizli işlem).
- Bu gerçek işlem, başka bir işlem arkasına gizlenir (görünürdeki işlem).
- Taraflar, görünürdeki işlemin değil, gizli işlemin hüküm doğurmasını isterler.
Nispi muvazaanın en yaygın örneklerinden biri, muris muvazaası olarak bilinen durumdur. Burada miras bırakan (muris), mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla, aslında bağışlamak istediği bir malını satış sözleşmesi arkasına gizler. Görünürde bir satış işlemi vardır, ancak gerçekte bir bağışlama söz konusudur.
Nispi muvazaada, görünürdeki işlem geçersiz olmakla birlikte, gizli işlemin geçerliliği kendi şartlarına bağlıdır. Eğer gizli işlem, kanunun aradığı şekil şartlarını taşıyorsa geçerli olur. Örneğin, taşınmaz bağışlaması resmi şekilde yapılması gereken bir işlemdir. Eğer taraflar, taşınmaz bağışlamasını satış sözleşmesi arkasına gizlemişlerse, görünürdeki satış sözleşmesi muvazaa nedeniyle geçersiz olacak, gizli bağışlama ise resmi şekilde yapılmadığı için geçersiz olacaktır.
Muvazaa iddiasının ispatı konusunda, Türk hukukunda önemli bir ilke bulunmaktadır. Buna göre, muvazaa iddiası her türlü delille ispatlanabilir. Ancak, yazılı bir sözleşmenin muvazaalı olduğunu iddia eden taraf, bu iddiasını yazılı delille ispatlamak zorundadır. Bu kural, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 200. maddesi ve Türk Borçlar Kanunu'nun 13. maddesinden kaynaklanmaktadır.
Muvazaa davalarında, ispat yükü muvazaa iddiasında bulunan tarafa aittir. Muvazaa iddiasında bulunan taraf, görünürdeki işlemin tarafların gerçek iradelerine uymadığını ve üçüncü kişileri aldatmak amacıyla yapıldığını ispatlamak zorundadır. Bu ispat, özellikle taraflar arasındaki gizli anlaşmanın varlığını göstermeye yönelik olmalıdır.
Danışıklı (Muvazaalı) İşlem İptali Davaları
Muvazaalı işlemler, Türk hukuk sisteminde sıklıkla karşılaşılan ve özellikle alacaklıların haklarını korumak amacıyla iptal edilmesi gereken hukuki işlemlerdir. Danışıklı işlem iptali davaları, borçlunun malvarlığını azaltarak alacaklılardan mal kaçırma amacıyla yaptığı muvazaalı işlemlerin geçersiz kılınmasını hedefler. Bu davalar, alacaklıların haklarını koruma mekanizması olarak önemli bir işlev görmektedir.
Yasal Dayanaklar
Muvazaalı işlemlerin iptali, temel olarak Türk Borçlar Kanunu'nun 19. maddesine dayanmaktadır. Bu madde, tarafların gerçek iradelerine uymayan ve üçüncü kişileri aldatmak amacıyla yapılan işlemlerin geçersiz olduğunu düzenlemektedir. Muvazaalı işlemlerin iptali davalarında, davacının kesinleşmiş bir alacağının bulunması zorunlu değildir. Ancak davacının, bu davayı açmakta hukuki yararının bulunması şarttır.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 2023/8884 E, 2024/4905 K sayılı ve 20.05.2024 tarihli kararında belirtildiği üzere, davacının boşanma sonrası kesinleşmiş tazminat alacağı olduğundan, muvazaa davasını açmakta hukuki yararı bulunmaktadır. Bu karar, muvazaa davalarında hukuki yararın varlığının tespiti açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Muvazaalı işlemlerin iptali davalarında, İcra ve İflas Kanunu'nun 283/1 maddesi kıyasen uygulanmaktadır. Bu madde, muvazaalı işlemlerde tapu iptali yerine, alacaklıya haciz ve satış yetkisi verilmesini öngörmektedir. Yargıtay'ın yerleşik içtihatları da bu yöndedir. Özellikle Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 2005/8923 E, 2005/8209 K sayılı ve 14.07.2005 tarihli kararında, muvazaalı devirlerde tapu iptali yerine, alacaklının haciz ve satış isteme yetkisine karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Muvazaalı işlemlerin iptali davalarında, işlemin tamamen geçersiz olduğu iddia edilir. Bu yönüyle, tasarrufun iptali davalarından ayrılmaktadır. Tasarrufun iptali davalarında, işlem hukuken geçerlidir ancak alacaklıya karşı hükümsüz sayılır. Muvazaa davalarında ise işlem, baştan itibaren geçersizdir ve mal, borçlunun malvarlığından hiç çıkmamış kabul edilir.
Dava Şartları
Muvazaalı işlem iptali davalarının açılabilmesi için belirli şartların varlığı gerekmektedir. Bu şartlar şu şekilde sıralanabilir:
Davacının hukuki yararının bulunması: Davacının, muvazaalı işlemin iptalini istemekte hukuki bir yararı olmalıdır. Bu yarar, genellikle davacının davalıdan bir alacağının bulunması şeklinde ortaya çıkar. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 2023/13010 E, 2024/4577 K sayılı ve 13.05.2024 tarihli kararında belirtildiği üzere, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin davanın sonucunun beklenmesi ve alacağın kesinleşmesi halinde, İİK md. 283/1 kıyasen uygulanarak haciz ve satış yetkisi verilmelidir.
Muvazaanın varlığı: Davacı, muvazaanın varlığını ispat etmelidir. Muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarıdır. Muvazaanın varlığı için üç unsurun bir arada bulunması gerekir: İrade-beyan uygunsuzluğu, üçüncü kişileri aldatma niyeti ve gizli muvazaa sözleşmesi.
İspat yükü: Muvazaa iddiasında bulunan taraf, bu iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Muvazaa, her türlü delille ispatlanabilir. Ancak yazılı bir sözleşmenin muvazaalı olduğunu iddia eden taraf, bu iddiasını yazılı delille ispatlamalıdır.
Dava süresi: Muvazaa davaları, ayni nitelikte olduğundan zamanaşımına tabi değildir. Bu yönüyle, 5 yıllık hak düşürücü süreye tabi olan tasarrufun iptali davalarından ayrılmaktadır.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 2022/9742 E, 2024/3318 K sayılı ve 15.04.2024 tarihli kararında, boşanma davası devam ederken eşin muvazaalı devrinin, haksız eylem niteliğinde olduğu ve davacının katılma alacağının tahsili için dava açmakta hukuki yararının bulunduğu belirtilmiştir. Bu karar, muvazaa davalarında hukuki yararın tespiti açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Muvazaalı işlem iptali davalarında, mahkemece öncelikle davacının davalıdan bir alacağı olup olmadığı tespit edilmelidir. Alacağın varlığı tespit edildikten sonra, muvazaanın varlığı araştırılmalıdır. Muvazaanın varlığı tespit edilirse, tapu iptali yerine, alacaklının haciz ve satış isteme yetkisine karar verilmelidir.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nin 2021/2209 E, 2022/4543 K sayılı ve 28.6.2022 tarihli kararında, ipoteklerin muvazaalı tesisinde, ipoteğin kaldırılması yerine, alacak ve feri'leriyle sınırlı olmak üzere ipoteğin hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu karar, muvazaalı işlemlerin iptalinde, işlemin tamamen iptali yerine, alacaklının alacağını tahsil edebilmesi için gerekli olan hukuki imkânların sağlanması gerektiğini göstermektedir.
Muvazaalı işlem iptali davaları, alacaklıların haklarını korumak için önemli bir hukuki araçtır. Bu davalar sayesinde, borçlunun malvarlığını azaltarak alacaklılardan mal kaçırma amacıyla yaptığı işlemler geçersiz kılınabilmekte ve alacaklıların alacaklarını tahsil etmeleri sağlanabilmektedir. Ancak bu davaların başarıya ulaşabilmesi için, muvazaanın varlığının ispat edilmesi ve davacının hukuki yararının bulunması gerekmektedir.
Muris Muvazaası ve Mirastan Mal Kaçırma
Muris muvazaası, miras hukukunda sıkça karşılaşılan ve mirasçıların haklarını korumak amacıyla düzenlenmiş önemli bir hukuki kavramdır. Mirasbırakanın (murisin) sağlığında, mirasçılarını miras haklarından mahrum bırakmak amacıyla malvarlığını üçüncü kişilere devretmesi durumunda ortaya çıkan bu hukuki durum, Türk miras hukukunda özel bir öneme sahiptir.
Muris muvazaası, özünde bir nispi muvazaa türüdür. Burada mirasbırakan, gerçekte bağışlama yapmak istediği halde, bu işlemi satış sözleşmesi gibi göstererek mirasçılarını miras haklarından yoksun bırakmayı amaçlamaktadır. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 17.10.2011 tarihli, 2011/7019 E. ve 2011/10389 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, muris muvazaası nisbi muvazaa türü olarak kabul edilmekte ve miras hakkı ihlal edilen tüm mirasçılar tarafından dava açılabilmektedir.
Dava Açabilecek Kişiler
Muris muvazaası nedeniyle açılacak tapu iptal ve tescil davalarında dava açma hakkına sahip kişiler konusu, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları ile netleştirilmiştir. 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'na göre, saklı pay sahibi olsun veya olmasın tüm mirasçılar muris muvazaası davası açabilir. Bu karar, mirasbırakanın yaptığı muvazaalı işlemlere karşı mirasçıların korunması bakımından geniş bir koruma sağlamaktadır.
Ancak, her mirasçının dava açma hakkı bulunmakla birlikte, bazı durumlarda bu hak sınırlandırılmıştır. Örneğin:
- Mirası reddeden mirasçılar
- Miras hakkından feragat eden mirasçılar
- Mirasçılıktan çıkarılanlar
Bu kişiler, mirasçılık sıfatlarını kaybettiklerinden muris muvazaası davası açamazlar. Ayrıca, mirasbırakanın sağlığında yapılan muvazaalı işlemlere karşı dava açma hakkı, ancak mirasbırakanın ölümünden sonra kullanılabilir. Mirasbırakan hayatta iken mirasçıların böyle bir dava açma hakları bulunmamaktadır.
Muris muvazaası davalarında tereke temsilcisi de dava açabilir. Bu durumda, dava sonucunda taşınmaz terekeye iade edilir ve tüm mirasçıların miras payı oranında tescil edilir. Mirasçılardan birinin açtığı davada ise, sadece davacının miras payı oranında tapu iptal ve tescil kararı verilebilir.
Muris Muvazaası Özellikleri
Muris muvazaasının temel özellikleri ve bu tür davaların başarıya ulaşabilmesi için gerekli şartlar şu şekilde sıralanabilir:
Gerçek amaç ile yapılan işlem arasında bilerek uyumsuzluk olmalıdır: Mirasbırakan, gerçekte bağışlama yapmak istediği halde, bu işlemi satış gibi göstermelidir.
Üçüncü kişileri aldatma amacı bulunmalıdır: Mirasbırakanın, mirasçılarını miras haklarından mahrum bırakma niyeti olmalıdır.
Taraflar arasında muvazaalı işlem yapma konusunda anlaşma olmalıdır: Hem mirasbırakan hem de karşı taraf, gerçek niyetin bağışlama olduğunu bilmeli ve bunu satış olarak gösterme konusunda anlaşmalıdır.
Muris muvazaası davalarında ispat yükü davacı taraftadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 18.2.2021 tarihli, E. 2018/19-1013, K. 2021/105 sayılı kararına göre, muvazaanın varlığı tanık dahil her türlü delille ispatlanabilir. Bu, davacı mirasçılar için önemli bir kolaylık sağlamaktadır.
Muris muvazaası davalarında dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, tapudaki bedel ile rayiç bedel arasındaki farkın tek başına muvazaa kanıtı olarak kabul edilemeyeceğidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 16.06.2010 tarihli, 2010/1-295 E. ve 2010/333 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, satış yoluyla yapılan devirler tenkise tabi tutulamaz ve tapudaki bedel ile rayiç bedel arasındaki fark tek başına muvazaa kanıtı olarak değerlendirilemez. Muvazaanın ispatı için, mirasbırakanın mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakma amacının açıkça ortaya konulması gerekmektedir.
Muris muvazaası davaları, ayni haklara ilişkin olduğundan zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi değildir. Bu özellik, mirasçıların haklarını koruma bakımından önemli bir avantaj sağlamaktadır. Ancak, dava ancak mirasbırakanın ölümünden sonra açılabilir.
Muris muvazaası davalarında görevli ve yetkili mahkeme, taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesi'dir. Dava sonucunda, muvazaanın varlığının kanıtlanması halinde, tapu kaydının tamamen iptali ve mirasçı adına tescili kararı verilir.
Muris muvazaası davaları, tenkis davalarından farklıdır. Tenkis davalarında, mirasbırakanın yaptığı kazandırmanın saklı payı ihlal eden kısmının iptali talep edilirken, muris muvazaası davalarında işlemin tamamen geçersiz olduğu iddia edilir. Ayrıca, tenkis davalarını sadece saklı pay mirasçıları açabilirken, muris muvazaası davalarını tüm mirasçılar açabilir.
Muvazaa Davası ve Tasarrufun İptali Davası Farkları
Hukuk sistemimizde alacaklıların haklarını korumak amacıyla başvurabilecekleri iki önemli dava türü bulunmaktadır: Muvazaa davası ve tasarrufun iptali davası. Bu iki dava türü, benzer amaçlara hizmet etmekle birlikte, hukuki nitelikleri, sonuçları ve şartları bakımından önemli farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların doğru anlaşılması, alacaklıların haklarını en etkin şekilde koruyabilmeleri için büyük önem taşımaktadır.
Hukuki Nitelik Farkı
Muvazaa davası, ayni nitelikte bir davadır. Bu dava türünde, tarafların gerçek iradelerine uymayan ve üçüncü kişileri aldatmak amacıyla yapılan işlemin geçersizliği ileri sürülmektedir. Türk Borçlar Kanunu'nun 19. maddesinde düzenlenen muvazaa hükümlerine dayanır ve işlemin baştan itibaren geçersiz olduğunun tespitini amaçlar.
Tasarrufun iptali davası ise kişisel (şahsi) nitelikte bir davadır. İcra ve İflas Kanunu'nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen bu dava türü, borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla yaptığı tasarrufların, sadece alacaklı açısından ve alacağı oranında geçersiz sayılmasını sağlar. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 17.01.2019 tarih, 2017/17-2051 E., 2019/19 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, tasarrufun iptali davası sonucunda işlem tamamen ortadan kalkmaz, sadece alacaklıya karşı hükümsüz hale gelir.
İşlemin Geçerliliği Açısından Farklar
Muvazaa davasında, dava konusu işlem hukuken baştan itibaren geçersizdir. Mal, borçlunun malvarlığından hiç çıkmamış sayılır. Bu nedenle, muvazaalı işlem iptal edildiğinde, malın mülkiyeti hiç el değiştirmemiş kabul edilir.
Tasarrufun iptali davasında ise, borçlunun yaptığı tasarruf hukuken geçerlidir. Ancak, alacaklının alacağını tahsil edebilmesi için, bu tasarruf alacaklıya karşı hükümsüz sayılır. HGK 12.10.2021 tarih, 2017/11-2905 E., 2021/1214 K. sayılı kararında vurgulandığı gibi, tasarrufun iptali davası sonucunda malın mülkiyeti üçüncü kişide kalmaya devam eder, sadece alacaklıya bu mal üzerinde haciz ve satış yetkisi tanınır.
Süre Sınırlamaları Bakımından Farklar
Muvazaa davası, zamanaşımına tabi değildir. Muvazaalı işlemin tarafı olmayan üçüncü kişiler, bu işlemin muvazaalı olduğunu öğrendikleri tarihten itibaren herhangi bir süre sınırlaması olmaksızın dava açabilirler.
Tasarrufun iptali davası ise, İİK m. 284 uyarınca 5 yıllık hak düşürücü süreye tabidir. Bu süre, tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren işlemeye başlar ve sürenin geçmesiyle birlikte dava açma hakkı ortadan kalkar. Bu süre sınırlaması, hukuki güvenlik ve istikrar açısından önem taşımaktadır.
Dava Sonuçları Açısından Farklar
Muvazaa davası sonucunda, muvazaalı işlem tamamen geçersiz sayılır ve mal, borçlunun malvarlığına döner. Bu durumda, alacaklı, borçlunun malvarlığına dönen mal üzerinde haciz işlemi yapabilir.
Tasarrufun iptali davası sonucunda ise, işlem sadece alacaklının alacağı miktarla sınırlı olarak iptal edilir. Alacaklı, bu dava sonucunda, üçüncü kişiye devredilen mal üzerinde haciz ve satış yetkisi elde eder. Ancak, satış sonucunda alacağından fazla bir bedel elde edilirse, bu fazlalık üçüncü kişiye iade edilir.
İspat Yükü ve Deliller Açısından Farklar
Muvazaa davasında, ispat yükü davacı taraftadır. Davacı, tarafların gerçek iradelerinin beyan edilenden farklı olduğunu ve üçüncü kişileri aldatma amacı taşıdığını ispatlamalıdır. Muvazaa iddiası, tanık dahil her türlü delille ispatlanabilir.
Tasarrufun iptali davasında ise, İİK m. 277 ve devamı maddelerinde belirtilen iptal sebeplerinin varlığı ispatlanmalıdır. Bu sebeplerin bazılarında (örneğin, İİK m. 278'de düzenlenen ivazlar arasında açık oransızlık durumunda), kanun koyucu bazı karineler öngörmüştür ve bu karineler ispat yükünü tersine çevirebilir.
Dava Açabilecek Kişiler Açısından Farklar
Muvazaa davasını, muvazaalı işlemden zarar gören herhangi bir üçüncü kişi açabilir. Alacaklının, borçludan kesinleşmiş bir alacağının bulunması şart değildir; ancak, davayı açmakta hukuki yararının bulunması gerekir.
Tasarrufun iptali davasını ise, sadece alacaklılar açabilir ve bu alacaklıların elinde İİK m. 277'de belirtilen şartları taşıyan bir alacak belgesi bulunmalıdır. Bu belge, kesinleşmiş bir ilam, aciz belgesi veya haciz tutanağı olabilir.
Sonuç olarak, muvazaa davası ve tasarrufun iptali davası, alacaklıların haklarını korumak için başvurabilecekleri iki farklı hukuki yoldur. Her iki dava türünün de kendine özgü şartları, sonuçları ve avantajları bulunmaktadır. Alacaklılar, somut olayın özelliklerine göre, bu iki dava türünden hangisinin kendi durumlarına daha uygun olduğunu değerlendirmeli ve haklarını en etkin şekilde koruyabilecekleri yolu tercih etmelidirler.
Muris Muvazaası Olarak Değerlendirilmeyen İşlemler
Muris muvazaası, mirasbırakanın mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla yaptığı işlemleri ifade etmektedir. Ancak hukuk sistemimizde bazı işlemler, yapıları ve özellikleri gereği muris muvazaası kapsamında değerlendirilmemektedir. Bu bölümde, muris muvazaası olarak değerlendirilmeyen işlemleri detaylı olarak inceleyeceğiz.
Tapusuz Taşınmazlar
Türk hukuk sisteminde taşınmazların mülkiyeti kural olarak tapu siciline tescil ile kazanılır. Ancak henüz tapu siciline kaydedilmemiş taşınmazlar da bulunmaktadır. Bu tür tapusuz taşınmazlar, hukuki nitelik bakımından taşınır mal statüsünde değerlendirilmektedir.
Tapusuz taşınmazlar üzerindeki haklar, zilyetlikten ibaret olup, bu hakların devri herhangi bir şekil şartına bağlı değildir. Tapusuz taşınmazların devri işlemi, tapu siciline tescil gerektirmediğinden, muris muvazaası nedeniyle iptal davasına konu edilemez. Bu durum, Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarıyla da sabittir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin E: 2017/1863, K: 2020/811, T: 12.02.2020 sayılı kararında açıkça belirtildiği üzere, tapusuz taşınmazların devri muvazaa nedeniyle iptal davasına konu edilemez. Bu durumda mirasçılar için tek hukuki yol, bağışlama sözleşmesinin tenkisini talep etmektir.
Tapusuz taşınmazların devri işlemlerinde, mirasbırakanın gerçek iradesi ile dış dünyaya yansıyan iradesi arasında bir uyumsuzluk olup olmadığı araştırılmaz. Çünkü bu tür taşınmazların devri, resmi bir işleme tabi olmadığından, muvazaa iddiasının temelini oluşturan "görünürdeki işlem" ve "gizli işlem" ayrımı yapılamaz.
Vasiyetname Yoluyla Yapılan Kazandırmalar
Vasiyetname, mirasbırakanın tek taraflı irade beyanıyla ölüme bağlı tasarrufta bulunduğu bir hukuki işlemdir. Vasiyetname yoluyla yapılan kazandırmalarda muris muvazaası iddiası ileri sürülemez. Bu durum, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile açıkça ortaya konulmuştur.
Vasiyetname, tek taraflı bir hukuki işlem olduğundan, muvazaanın temel unsurlarından biri olan "taraflar arasında anlaşma" unsuru gerçekleşmez. Muvazaa, en az iki tarafın üçüncü kişileri aldatmak amacıyla anlaşması sonucu ortaya çıkar. Vasiyetnamede ise mirasbırakanın tek taraflı irade beyanı söz konusudur.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin E: 2014/5044, K: 2014/7189, T: 07.04.2014 sayılı kararında belirtildiği üzere, vasiyetname yoluyla yapılan kazandırmalarda muris muvazaası söz konusu olamaz. Mirasçılar, vasiyetname ile yapılan kazandırmaların saklı paylarını ihlal ettiğini düşünüyorlarsa, tenkis davası açabilirler.
Vasiyetname ile yapılan kazandırmalarda, mirasbırakanın gerçek iradesi dışa yansımaktadır. Dolayısıyla, irade beyanı ile gerçek irade arasında bir uyumsuzluk bulunmadığından, muvazaa iddiası ileri sürülemez.
Bağışlama Yoluyla Yapılan Kazandırmalar
Bağışlama, bir kimsenin karşılıksız olarak bir malvarlığı değerini diğer tarafa devretmeyi taahhüt ettiği sözleşmedir. Mirasbırakanın sağlığında yaptığı açık bağışlama işlemleri, muris muvazaası kapsamında değerlendirilmez.
Bağışlama yoluyla yapılan kazandırmalarda, mirasbırakanın gerçek iradesi ile resmi sözleşme arasında bir uyumsuzluk bulunmamaktadır. Mirasbırakan, malvarlığını bağışlama niyetiyle devretmekte ve bu niyet resmi işleme de yansımaktadır. Dolayısıyla, muvazaanın temel unsurlarından biri olan "irade-beyan uygunsuzluğu" gerçekleşmemektedir.
Mirasçılar, bağışlama yoluyla yapılan kazandırmaların saklı paylarını ihlal ettiğini düşünüyorlarsa, muris muvazaası davası yerine tenkis davası açmalıdırlar. Tenkis davası, saklı paylı mirasçıların, mirasbırakanın sağlararası veya ölüme bağlı tasarruflarla saklı paylarını ihlal eden kazandırmalarının, saklı payı ihlal ettiği oranda indirilmesini talep ettikleri davadır.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nin 2021/2209 E, 2022/4543 K, 28.6.2022 T sayılı kararında belirtildiği üzere, ipoteklerin muvazaalı tesisinde dahi, ipoteğin tamamen kaldırılması yerine, alacak ve feri'leriyle sınırlı olmak üzere ipoteğin hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerekmektedir. Bu karar, muvazaalı işlemlerin tamamen geçersiz sayılması yerine, alacaklının haklarını koruyacak şekilde kısmi hükümsüzlük kararı verilebileceğini göstermektedir.
Sonuç
Muris muvazaası, mirasbırakanın mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla yaptığı işlemleri ifade etmektedir. Ancak tapusuz taşınmazların devri, vasiyetname yoluyla yapılan kazandırmalar ve açık bağışlama işlemleri, yapıları ve özellikleri gereği muris muvazaası kapsamında değerlendirilmemektedir. Bu tür işlemlerde, mirasçıların hukuki korunma yolu genellikle tenkis davası açmaktır. Muvazaalı işlemlerin tespitinde, mirasbırakanın gerçek iradesi ile dış dünyaya yansıyan iradesi arasındaki uyumsuzluk ve üçüncü kişileri aldatma amacı gibi unsurlar aranmaktadır. Muvazaalı devrin iptali davaları, hukuk sistemimizde önemli bir yere sahip olup, mirasçıların haklarının korunmasında etkili bir hukuki araç olarak kullanılmaktadır. Ancak her işlem muvazaa kapsamında değerlendirilemeyeceğinden, mirasçıların hangi hukuki yola başvuracaklarını doğru tespit etmeleri büyük önem taşımaktadır.
0 yorum